Bernard Russell'in öğrencisi,
Frege-Russell ikilisinin geliştirmeye çalıştığı dil teoremini alt-üst etmiş bir
deha, dilbilimi uzmanı, mühendis, matematikçi, filozof.
Asıl amacı, kusursuz
bir dil oluşturmaktır ve dil kurallarını mantık kurallarına göre oluşturmaya çalışır.
İlk döneminde (tractatus-logico-philosophicus) resim dil teorisini geliştirmiş,
dile ayni bir resme bakar gibi bakmamız gerektiğini söylemiştir. Kilimin üzerinde
kedi yok resmi ile kilimin üzerinde kopek yok resminin birbirine ne kadar benzediği
gibi çıkarımlarla yola çıkarak dilin herkes için tek ve mutlak anlam taşıyan
bir forma dönüştürmeye çalışmıştır. İkinci döneminde (felsefi araştırmalar -
philosophical investigations) oyun-dil teorisini kurarak 180 derece dönmüştür.
Halbuki, resim-dil teorisi o donemde çok büyük hayranlıkla karşılanmıştır. Oyun-dil
teorisiyle jacques derrida'ya özellikle yapı-bozumculuğu (deconstructionism)
konusunda örnek olmuştur. Asabi bir karakteri olduğu, gerçek bir deha olduğu, Keynes’in
karısını kurduğu mantisiz bir cümle yüzünden dövdüğü söylenir. Kolay anlaşılmaz.
Türkiye’de çok taninmiş bir filozof değildir. Cogito son sayısını
wittgenstein'a adamıştır. Psikanaliz ve din konusunda, felsefesi yeni boyutlar açmıştır.
Tractatus'unun 7 numaralı önermesinde `whereof one can
not speak thereof one must be silent` diyerek üzerinde konuşamayacaklarımız
hakkında düşüncemiz olmadığını, bu yüzden de sessiz kalmamız gerektiğini
söyleyerek tüm o derin felsefesinin içinden haybeye konuşanlara bir nevi ayar
vermiş büyük düşünce adamı.
Üzerine
konuşulamayan konusunda susmalı
kendisi de ders vermistir akademide ve hatta
ogrencileri uzerinde cok buyuk bir etkisi olmustur. oyleki wittgenstein'in
etkisiyle akademiyi terk edip basit bir isci olarak calisan ogrencileri bile
olmustur (bu iyi midir kotu mudur tartisilir tabii, felsefeci olmayi duslerken
fabrika iscisi olmak pek bir kimsenin hayali degildir herhalde). bu konuda
wittgenstein'in akademik sistem hakkindaki gorusleri cok onemli bir rol
oynamistir. hatta kendisinin akademiyi bitirme hikayesi de ilginctir, cunku
akademiyi bitirmeden kendini, russell'in karsi cikmasina ragmen, norvec'in
fyordlarina atmistir. norvec'in ormanlik, oksijeni bol yuksek daglarinda, tek
basina klubesinde gecirdigi bu donemde, mantigin temelleri hakkinda,
tractatus'un oncul'u sayilabilecek logik isimli bir kitap yazmistir. daha sonra
kendisini ziyaret eden baska bir akademi hocasi arkadasi wittgenstein'in
notlarini okuyup etkilenince, akademiye donup bitirmesini soylemistir. o da bu
notlari bitirme tezi olarak sunmus ama kendisinden yazimi, referanslari vs her
seyi ile klasik anlamda tez bekleyen akademi uyeleri diplomayi vermek
istemeyince "bu notlari klasik anlamda referans gostererek
olusturmadigimi, benim kendi dusuncelerimin somutlasmis hali oldugunu ve boyle
bir seye referans gosterebilmemin de imkansiz oldugunu biliyorsunuz. eger benim
yazdiklarim, fikirlerim sizin bana diploma vermenize yeterli olmuyorsa sizin
bana vereceginiz diplomaya da ihtiyacim yoktur". diyerek bayagi sert tepki
gostermistir. hatta bu yuzden akademiye donebilmesi icin araci olan arkadasi
ile arasi bile acilmistir. yillar sonra cambridge'de ders vermek icin
ingiltere'ye dondugunde doktora diplomasini alabilmek icin tractatus'u tez
olarak sunmustur. tez savunmasi esnasinda, eseri inceleyen russell ve moore'a*
"uzulmeyin, asla anlayamayacaginizi biliyorum" demistir.
zengin bir aileden gelmesine ragmen bu maddi zenginlik
onun icin hic bir sey ifade etmemistir, zaten babasindan kalanlari da cabucak
ona buna dagitmistir (bir felsefeciden de baska bir sey beklemek biraz sacma
aslinda). hayat hikayesini okuyunca gozunuze ilk takilan nokta gercekten
inandigi, dogru bildigi gibi yasayan bir insan oldugu. etik alanina bagliligi
yasaminin her alaninda kendisini gostermistir nerdeyse:
birinci dunya savasinda esir dustugunde, kendisinin
serbest birakilmasi icin araya giren arkadaslari ve ailesinin cabalarini, hala
esir olan silah arkadaslarina ihanet etmemek icin reddetmesi, yillar sonra ders
verdigi koye donup, ogretmen oldugu donemlerde payladigi ogrencilerinden ozur
dilemesi, akademik hayatin gosterisliligini reddedip basit ama onurlu bir
hayati secmesi gibi ornekler, nasil bir insan oldugu konusunda biraz fikir
verir sanirim. (aslinda hayatindaki bazi secimlere bakinca biraz mazosist bir
karakteri oldugu sonucu cikarmiyor da degilim acikcasi). ama olum dosegindeyken
soyledigi son soz uzerinde dusunmeye deger: "tell them, i've had a
wonderful life."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder